Dokuculuk(Texturalism)
Türkçe’de doku kelimesi bizi ilkin anatomiye gönderir.Bu baglamda doku, anatomik bir bütünlük gösteren örgü anlamina gelir. İngilizce texture terimi ise köken olarak İtalyanca testura‘dan gelir, ki bu terim de tek bir partinin (genellikle ses partisinin) registerini belirtir. Almanca Satz terimi ise müzigin kaç partili olduğuna ilişkin bir içeriğe sahiptir. Kabaca bakıltıkta üç tür doku tanımlariz:
monofonik (tek ses), polifonik (eşgüdümsel ezgisel hatlar) ve homofonik (ana partinin altının onu armonik anlamda destekler nitelikte doldurulması).
Yirminci yüzyıl müziği için yukarıdaki tanımlamalar ihtiyaca cevap vermemektedir. Doku yirminci yüzyılda; perde, tını ve sürerlik parametrelerinin bir kombinasyonu olarak telakki edilmiştir ve yoğunluğa dair terimlerle nitelendirilir.
Yirminci yüzyılın başında Ives, Stravinsky ve Messiaen gibi bestecilerin müziğinde tespit ettigimiz özellik katmanlı dokudur. Bu katmanlılığın algılanışını kolaylaştırmak için ostinato kullanmak bir yoldur.
Bizim bu seminerde esas üzerinde durduğumuz 1950’lerin sonunda Ligeti, Penderecki ve Xenakis gibi bestecilerin eserlerini, içinden yarattıklari dokuculuk akımıdır. Dokuculuk, müziği sahip olduğu geniş sessel özellikleri üzerine inşa etme yoluna gitmistir. Penderecki’nin ilk yapıtlarında (Psalms of David 1958, Strophe 1959) görülen kromatizm, bir perdenin sürekli komşu notalarını da duyurmak şeklindedir. Bu uygulama besteciyi daha sonra tek bir perdeye yoğunlasmak yerine cluster kullanmaya sevk etmistir. Cluster salkım akorları tabir etmek için kullanılan, literatüre yerleşmiş bir terimdir. Salkım
akor, klasik triadlarin tersine yanaşık seslerden kurulur ve yoğun bir ses kütlesi etkisi yapar. Bu durumda söz konusu olan akorun armonik işlevselliğinden ziyade dokusudur. Cluster kullanımını, müziğini yalnız dokusal fikirler üzerinden kuran bestecilerde görmüyoruz. G. Mahler 10.senfoninin(1910) ilk bölümünde pancromatic akorlar kullanmıştır. B. Bartok 1926 tarihli piyano sonatında clusterları kullanmıştır. Hakeza Stravinsky Le Sacre du Printemps’in (1912) Danses des Adolescentes kısmında clusterı yaylılarda tekrar eden ve öngörülemez aksanlarla kullanmıştır. Bu minvalde adını anmamız gereken esas iki besteci H. Cowell ve C. Ives’tir. Bu iki öncü Amerikalı bestecinin müziğinde clusterlar önemli yer tutar.
Cluster kullanımı ile ilgili açtığımız bu uzun parantezden sonra Penderecki’ye dönelim. Penderecki 1950’lerin sonundan itibaren clusteri kompozisyonel gelisim için temel parametre olarak koyar. 1970’lere kadar bestecinin üretimini belirleyen bu süreç Threnody for the Victims of Hiroshima adlı 52 yaylı çalgı için yazılmış eser ile baslar. Bu müzigin evrilme/gelişme yöntemleri dahilinde registeri, yoğunluğu ve genişliği değiştirmek sözkonusudur. Partisyonda clusterlar koyu çizgiler halinde resmedilirken, ilgili portenin altında her bir yaylının hangi notayı çalacağı yazılıdır. Yoğunluğun en önemli faktörü ara tonların bu şekilde birlikte tınlatılışıdır.
Seminerde ele aldığımız ikinci besteci Macar kökenli G. Ligeti’dir. Diziselcilik sonrası müziğin önde gelen bestecisi sayılır. Ligeti’nin seminerde inceledigimiz ve dinlettiğimiz eseri 1961’de yazdığı Atmospheres’dir. Penderecki clusteri sağlam bloklar halinde kullanırken; Ligeti, cluster içinde ayırdedilmeleri mümkün olmasa da her bir partinin (görece) bağımsız hareketi ile ses yığının içten içe evrilen biçimde kurmuştur. Doğrusal kuruluşa gösterilen bu ihtimam geleneksel notalama ile ifade edilir ve bütüncül bakıldıkta kanonik yapılanma sözkonusudur. Besteciden ikinci olarak dinlettiğimiz yapıt olan Chamber Concerto for 13 Instrumentalists‘de clusterlarin hareketli kullanımı daha da açık duyulur.
Son olarak üzerinde durduğumuz besteci Xenakis’dir. Yukarda adını andığımız iki besteciden daha önce dokusal çalışmalar yapmış ve Polonya okulunu etkilemistir. Xenakis esasen mimar olup Le Corbusier’in asistanlığını yapmıştır. Bu süreç boyunca çalışmaları matematiksel hesaplamaların mimari projeler olarak görsellige çevrilmeleri üzerine yogunlaşmıştır. Ciddi anlamda kompozisyon çalışmalarına Messiaen ile başlamıştır. Messiaen, onu, ileri matematik formasyonunu müzikte kullanması hususunda yüreklendirmiştir. Xenakis’in müzigi olasılık hesapları üzerine kuruludur. Seminerde dinledigimiz 61 çalgi için yazılmış Metastasis’de de gördüğümüz üzre glissandoların yatay ve dikey düzlemdeki hareketleri denklemlerle hesaplanmıştır ve bu farklı hareket eden glissandoların eşsüremselliği müziğe mekansal bir hal verir.
Cluster kullanımının dışında sıkı doku üretimine yönelik en yaygın teknik mikropolifonidir. Farklı karakterde partilerin, ritmlerin ve tınıların eşsüremsel kullanımına dayanır. Bu yol cluster kullanımını dışlamaz ama onu statik olarak değil de harekete bağlı kılar. Mikropolifonik müzik yazan bestecilerden ilkin Brian Ferneyhough ve Karel Husa’nin adlarını anabiliriz.
Üflemeli çalgılarda gissando, mute, fluttertongue, anarmonik tril, çalgının yalnız ağızlığının ya da gövdesinin kullanılması, nefes soundu üretme ve üflerken şarkı söyleme gibi teknikler söz konusudur. Ayrıca tahta nefeslilere has bir özellik ise multiphonics yani aynı anda birden fazla perdeden ses üretmektir.
Yayli çalgılarda mute, açık tel, armonikler (dogal/yapay), kimi telleri farklı akortlama (scordatura), glissando, sol el pizzicatosu, snap pizz., buzz pizz., mızraplı pizz., col legno, sul pont., sul tasto, çeşitli yay vuruşları ve gıcırtı üretme teknikleri vardır.
Ses yükseklii belli olan ve olmayan olarak ikiye ayırabileceğimiz vurma çalgılar çağdaş müzikte çok önemli bir yer tutar. Rim-shot ve wire brush kullanımı ile zilde yay çekme teknikleri yeni tekniklerdir. Ayrica gündelik eşyalar da vurma çalgı olarak kullanılmıştır.
Piyano sözkonusu olunca ilk akla gelen kolla çalınan clusterlardır. Hazırlanmış piyano ve Nancarrow’un player piyanosunu da anmalıyız.
İnsan sesi konusunda en önemli yenilik Sprechstimme’dir kuşkusuz. Orkestral anlamda ise klasik çalgı grupları bir kenara itilerek yeni birliktelikler sağlanmıştır.
Bunun yanı sıra Klangfarbenmelodie orkestralama üzerinden geleceğe açılan bir kompozisyon anlayışını belirten bir kavramdır.
aykut çağlayan (23.V.2003)
monofonik (tek ses), polifonik (eşgüdümsel ezgisel hatlar) ve homofonik (ana partinin altının onu armonik anlamda destekler nitelikte doldurulması).
Yirminci yüzyıl müziği için yukarıdaki tanımlamalar ihtiyaca cevap vermemektedir. Doku yirminci yüzyılda; perde, tını ve sürerlik parametrelerinin bir kombinasyonu olarak telakki edilmiştir ve yoğunluğa dair terimlerle nitelendirilir.
Yirminci yüzyılın başında Ives, Stravinsky ve Messiaen gibi bestecilerin müziğinde tespit ettigimiz özellik katmanlı dokudur. Bu katmanlılığın algılanışını kolaylaştırmak için ostinato kullanmak bir yoldur.
Bizim bu seminerde esas üzerinde durduğumuz 1950’lerin sonunda Ligeti, Penderecki ve Xenakis gibi bestecilerin eserlerini, içinden yarattıklari dokuculuk akımıdır. Dokuculuk, müziği sahip olduğu geniş sessel özellikleri üzerine inşa etme yoluna gitmistir. Penderecki’nin ilk yapıtlarında (Psalms of David 1958, Strophe 1959) görülen kromatizm, bir perdenin sürekli komşu notalarını da duyurmak şeklindedir. Bu uygulama besteciyi daha sonra tek bir perdeye yoğunlasmak yerine cluster kullanmaya sevk etmistir. Cluster salkım akorları tabir etmek için kullanılan, literatüre yerleşmiş bir terimdir. Salkım
akor, klasik triadlarin tersine yanaşık seslerden kurulur ve yoğun bir ses kütlesi etkisi yapar. Bu durumda söz konusu olan akorun armonik işlevselliğinden ziyade dokusudur. Cluster kullanımını, müziğini yalnız dokusal fikirler üzerinden kuran bestecilerde görmüyoruz. G. Mahler 10.senfoninin(1910) ilk bölümünde pancromatic akorlar kullanmıştır. B. Bartok 1926 tarihli piyano sonatında clusterları kullanmıştır. Hakeza Stravinsky Le Sacre du Printemps’in (1912) Danses des Adolescentes kısmında clusterı yaylılarda tekrar eden ve öngörülemez aksanlarla kullanmıştır. Bu minvalde adını anmamız gereken esas iki besteci H. Cowell ve C. Ives’tir. Bu iki öncü Amerikalı bestecinin müziğinde clusterlar önemli yer tutar.
Cluster kullanımı ile ilgili açtığımız bu uzun parantezden sonra Penderecki’ye dönelim. Penderecki 1950’lerin sonundan itibaren clusteri kompozisyonel gelisim için temel parametre olarak koyar. 1970’lere kadar bestecinin üretimini belirleyen bu süreç Threnody for the Victims of Hiroshima adlı 52 yaylı çalgı için yazılmış eser ile baslar. Bu müzigin evrilme/gelişme yöntemleri dahilinde registeri, yoğunluğu ve genişliği değiştirmek sözkonusudur. Partisyonda clusterlar koyu çizgiler halinde resmedilirken, ilgili portenin altında her bir yaylının hangi notayı çalacağı yazılıdır. Yoğunluğun en önemli faktörü ara tonların bu şekilde birlikte tınlatılışıdır.
Seminerde ele aldığımız ikinci besteci Macar kökenli G. Ligeti’dir. Diziselcilik sonrası müziğin önde gelen bestecisi sayılır. Ligeti’nin seminerde inceledigimiz ve dinlettiğimiz eseri 1961’de yazdığı Atmospheres’dir. Penderecki clusteri sağlam bloklar halinde kullanırken; Ligeti, cluster içinde ayırdedilmeleri mümkün olmasa da her bir partinin (görece) bağımsız hareketi ile ses yığının içten içe evrilen biçimde kurmuştur. Doğrusal kuruluşa gösterilen bu ihtimam geleneksel notalama ile ifade edilir ve bütüncül bakıldıkta kanonik yapılanma sözkonusudur. Besteciden ikinci olarak dinlettiğimiz yapıt olan Chamber Concerto for 13 Instrumentalists‘de clusterlarin hareketli kullanımı daha da açık duyulur.
Son olarak üzerinde durduğumuz besteci Xenakis’dir. Yukarda adını andığımız iki besteciden daha önce dokusal çalışmalar yapmış ve Polonya okulunu etkilemistir. Xenakis esasen mimar olup Le Corbusier’in asistanlığını yapmıştır. Bu süreç boyunca çalışmaları matematiksel hesaplamaların mimari projeler olarak görsellige çevrilmeleri üzerine yogunlaşmıştır. Ciddi anlamda kompozisyon çalışmalarına Messiaen ile başlamıştır. Messiaen, onu, ileri matematik formasyonunu müzikte kullanması hususunda yüreklendirmiştir. Xenakis’in müzigi olasılık hesapları üzerine kuruludur. Seminerde dinledigimiz 61 çalgi için yazılmış Metastasis’de de gördüğümüz üzre glissandoların yatay ve dikey düzlemdeki hareketleri denklemlerle hesaplanmıştır ve bu farklı hareket eden glissandoların eşsüremselliği müziğe mekansal bir hal verir.
Cluster kullanımının dışında sıkı doku üretimine yönelik en yaygın teknik mikropolifonidir. Farklı karakterde partilerin, ritmlerin ve tınıların eşsüremsel kullanımına dayanır. Bu yol cluster kullanımını dışlamaz ama onu statik olarak değil de harekete bağlı kılar. Mikropolifonik müzik yazan bestecilerden ilkin Brian Ferneyhough ve Karel Husa’nin adlarını anabiliriz.
Üflemeli çalgılarda gissando, mute, fluttertongue, anarmonik tril, çalgının yalnız ağızlığının ya da gövdesinin kullanılması, nefes soundu üretme ve üflerken şarkı söyleme gibi teknikler söz konusudur. Ayrıca tahta nefeslilere has bir özellik ise multiphonics yani aynı anda birden fazla perdeden ses üretmektir.
Yayli çalgılarda mute, açık tel, armonikler (dogal/yapay), kimi telleri farklı akortlama (scordatura), glissando, sol el pizzicatosu, snap pizz., buzz pizz., mızraplı pizz., col legno, sul pont., sul tasto, çeşitli yay vuruşları ve gıcırtı üretme teknikleri vardır.
Ses yükseklii belli olan ve olmayan olarak ikiye ayırabileceğimiz vurma çalgılar çağdaş müzikte çok önemli bir yer tutar. Rim-shot ve wire brush kullanımı ile zilde yay çekme teknikleri yeni tekniklerdir. Ayrica gündelik eşyalar da vurma çalgı olarak kullanılmıştır.
Piyano sözkonusu olunca ilk akla gelen kolla çalınan clusterlardır. Hazırlanmış piyano ve Nancarrow’un player piyanosunu da anmalıyız.
İnsan sesi konusunda en önemli yenilik Sprechstimme’dir kuşkusuz. Orkestral anlamda ise klasik çalgı grupları bir kenara itilerek yeni birliktelikler sağlanmıştır.
Bunun yanı sıra Klangfarbenmelodie orkestralama üzerinden geleceğe açılan bir kompozisyon anlayışını belirten bir kavramdır.
aykut çağlayan (23.V.2003)
sayın çağlayan;
ReplyDeletebahsettiğiniz örnekleri işitebileceğimiz parçalarla yazınızı desteklemelisiniz. mesela bendeniz le corbusier'in asistanı xenakis'i merak ettim doğrusu.